Yazmak ilaç gibidir hayat kurtarır....Buket Uzuner ile söyleşi
Çocukluğunda astronot ya da denizaltı kaptanı olmayı düşlermiş. Yaşıtları ip atlarken o, dünyanın karanlıkta saklanan derinliklerini merak edermiş. Yıllar sonra akademisyen olduğunda da maceracı ruhu ağır basmış, sırt çantası ile ülke ülke dolaşıp gezgin olmuş. Buket Uzuner yazmadan yaşayamayacağını, yazmanın astronot ve denizaltı kaptanı olmak anlamına geldiğini söylüyor.
Akademik kariyeriniz devam ederken, sadece edebiyat dünyasında yer almaya, çalışmalarınıza bağımsız devam etmeye nasıl karar verdiniz?
Tabii öyle birden radikal bir dönüşüm olmadı hayatımda; yani bir gün, birden Ferrari’lerimi satıp, edebi aleme(!) göçmedim। Büyüdüğünde astronot ve denizaltı kaptanı olmak isteyen bir çocuktum. Dünyanın kendisinden çok sonsuzluğa açılan dışını ve karanlıkta saklanan diplerini merak ederdim. O zamanlar benim için roman ve film kahramanları, gerçek hayattaki kahramanlardan daha önemliydi. Önümde pek fazla kadın prototip ve rol modelleri olmamasına karşın, kendimi bir kahraman olarak düşlemek, bir gelin olarak düşlemekten daima önemli olmuştu. Sonrası şöyle gelişti: Dünyanın ve yaşamın sırlarını anlayabilmek için yurtiçi ve yurtdışındaki bazı üniversitelerde bilim eğitimi aldım, bilimsel proje ve araştırmalarda çalıştım, bir bilim insanı oldum. Başka kültürleri tanımak ve anlayabilmek için sırtımda çantam, cebimde diplomam, çantamda bir tutam cesaretle üç kıtanın daha çok kuzey coğrafyalarında, daha çok trenlerle seyahat ettim. Bir gezgin oldum. Ama hâlâ bir uzay gezisine katılmış değilim!॥ Bütün bunların hiçbiri yazmama engel olmadı. 18 yaşımdan beri yazıyor ve yayımlıyorum. Çünkü ne yaparsam yapayım daima yazıyordum. Sonunda, kurgu yazarı olarak kendi karakterlerimi yaratmanın ve dünyanın üstündeki ya da dışındaki canlıları yazmanın, aynı zamanda bir astronot ve denizaltı kaptanı olmak anlamına geldiğini öğrendim. O gün, bu gündür yazıyorum.
Yazı yazarken özellikle tercih ettiğiniz ortamlar var mı?
Yaşadığım şehirlerde evime yakın kafeleri, pastaneleri bazen bir kahve-çay, bazen öğle yemeği ederine yazı-evime, büroma çeviririm. Kalabalıklarda yalnız kalmak yazarken iyi geliyor bana. Ancak son yazımlarda, en cinnet zamanlarımda, adına ‘çile odası’ dediğim çalışma odama hapsolurum geceler boyu...
Çalışırken takıntılı olduğunuz şeyler ya da olmazsa olmazlarınız var mı?
Kahve, müzik, kahve, müzik, kahve ve tekrar müzik!
Dibe vurduğunuz anlar oldu mu? Bir yazarın dibe vuruşlarından çıkışı diğer insanlardan ne gibi farklılıklar gösterir?
‘Dibe vurmak’ insanın ümitlerinin tamamen kırıldığı, en çok güvendiği, en yakınları tarafından yalnız bırakıldığı veya gelecek korkusuyla kabus gördüğü zamanlarsa, bunları yaşamamış birinin edebiyatçı olamayacağına inanıyorum. Sanırım yaratıcı sanatı iş edinenler, sinir uçları açık doğmuş uyumsuzlar arasından çıkıyor. Şairlerin, yazarların, besteci ve ressamların acıyı tanımamış olmaları olası değil... Ama yine de yazmak iyileştiricidir ve gerçekten hayat kurtarır...
İlk yazılarınızı kiminle paylaştınız? Sizi yüreklendiren biri ya da birileri oldu mu?
Edebiyatın okulu olmadığından biraz usta-çırak işidir, ancak henüz çıraklık yıllarındayken çoğunlukla ustalarınızı yalnızca kitaplarından tanıyıp, yararlanırsınız. Şanslıysanız onları tanır, onlardan el alırsınız. Benim ustalarım arasında Attila İlhan, Tomris Uyar, Sevgi Soysal, Adalet Ağaoğlu vardı. Bunlardan özellikle Attila İlhan’ın uzun yıllar süren emeğini hep şükranla anarım. ‘Kumral Ada-Mavi Tuna’ bu yüzden ona ithaf edilmiştir.
Bir yazarın kariyer haritası olur mu? Stratejik olarak planlayarak da yazarlık, edebiyat serüveni devam eder mi?
Eğer bir reklam veya senaryo yazarından söz ediyorsak olabilir. Ancak bir hikâyeci, bir romancı veya şairin bir kariyer planı olamaz, işin doğasına aykırıdır bu. Bir yazar bazen 4 - 5 yıl bir konuya bağlanır ve rüyalarıyla bile ona adanır. Borges’nin çok sevdiğim bir sözü var: “Yazarın işi kendi hayal gücünü harekete geçiren şeyleri yazmaktır.” Bu da hesaba, plana gelmez, gelemez. İşte bu nedenle yazarların para-pul düşünmeyecek kadar özgür olabilmeleri önemlidir. Bazı ülkelerde bunu sağlamak için, yazarları aç kalmayacak kadar burslar ve maddi desteklerle rahatlatıyorlar.
Başka dillere çevrilen kitaplarınız var. Yurtdışı ile ülkemiz arasında kitap tanıtım faaliyetleri arasında ne gibi farklar var?
İtalya’da ve Yunanistan’da yayımlanan ‘Kumral Ada-Mavi Tuna’ ve ‘Uzun Beyaz Bulut-Gelibolu’ için dergi ve gazetelerde bizdeki gibi tanıtımlar yayımlandı. Yunanistan ve İsrail’de özel basın toplantısıyla gazetecilere yazarı tanıtıyorlar. Bir İtalyan yemek dergisi de, Kumral Ada-Mavi Tuna’daki Türk mutfağını konu edinerek farklı açıdan tanıttı. Ancak ilk büyük promosyon aynı romanın Kore’de yayımlanacak Korecesi için yapılacak bu kış. Bakalım neler planlıyorlar?
Yazar olacağını hisseden, belki de kimseye söylemeden bu yola doğru girmiş ve çıkış noktası arayan gençlere neler öneriyorsunuz?
Yazarlık hissedilen bir şey değildir, çünkü bir genç yazdıklarının ve kendi kapasitesinin farkındadır aslında. Her şeyden önce yazmayı çok sevdiğini bilir. Sonra kendini en iyi yazarak ifade ettiğini fark ediyor, okumayı çok ama çok seviyor ve hayatını buna adayacak kadar yazmaya takıyorsa -takmayı: obsesyon anlamında söylüyorum- zaten yazmadan yaşayamıyordur. Aynı zamanda çok severek okuduğu roman/hikâyelerden daha iyisini yazabileceğine dair hınzırca bir hırsa kapılıyorsa, bir de yazarak ünlü ve zengin olmayacağını göze alabiliyorsa, zaten onun önündeki tek engel kendisidir. Göz atmam için yollanan hikâye veya denemeleri okumadan önce, yazar adayının bana yazdıkları mektuba bakarak bile karşımdaki gencin yazma hırsı, edebiyata adanma, yenilgilere dayanıklılık kapasitesi ve kültürel derinliğine dair önemli izler yakalayabiliyorum. Kolaycı, okumayı sevmeyen, yüzeysel, kendi hayatını dünyanın en önemli hikâyesi sanan, Türk yazarlarını tanımayan ve çabucak çok okunan bir yazar olmaya can atanlara buradan da, en kısa yoldan başka yönlere dönmelerini öneriyorum. Çünkü yazarlık çileli bir yolculuktur ve en çok kendini huzura kavuşturmak, iyileştirmek için yapılır. Farklı ve ilginç sözü, tarzı olmayanlar bence kendilerini hiç üzmesinler.
Çok güzel bir internet siteniz var. Site açmaya nasıl karar verdiniz? Nasıl geri dönüşler alıyorsunuz?
Bilim ve teknolojiye meraklı bir çocuktum. 1980’lerde genetik ve biyoteknoloji okumaya heves ettiğimi düşünürseniz, teknoloji dostu biri olmam çelişkili gelmeyecektir size. www.buketuzuner.com sitesi de 1999’da kuruldu ve belki de ilk edebiyatçı sitelerinden. Sitem olmasını en çok kitaplarım hakkında ödev, tez veya araştırma yapan öğrencilere kaynak sağlamak amacıyla istedim. Ayrıca yazdıklarımı yayımlatacak gazete - dergi bulamadığımda en özgür platform olarak kullanışa açık olması büyük ferahlık sağlıyor. Şu anda özel nedenlerle atıllaşan bu siteyi Arda Balkan hazırladı. Site aynı zamanda yabancı yayıncılara ve okurlara da sınırlı olsa bile kullanışlı bir kaynak olarak servis veriyor, bu açıdan da işime yarıyor. Ayrıca blogları da seviyor, bazılarını takip ediyorum. Bence herkesin ama özellikle, işsizlerin ve ev kadınlarının da siteleri olmalı. Biliyorsunuz ücretsiz olan alanlar da mevcut. Neden onlar derseniz, yazar olduğunu söylediğinde devletimiz, Sait Faik’e işsiz, Sevgi Soysal’a ev kadını etiketini yapıştırmıştı!
Asuman Korugan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder