28 Nisan 2007

Fırsatlardan yararlanmak değil, doğru olanı yapmaktır önemli olan.




On bir yaşındaydı ve New Hampshire gölünün ortasındaki adadaki evlerinde
ne zaman eline bir fırsat geçse hemen balığa giderdi.Levrek avı yasağının kalkmasından bir gün önce, babasıyla akşamın ilk saatlerinde küçük güneş balıklarından yakaladı. Sonra oltasına yem takıp,oltayı fırlatma talimi yaptı.
Yem suya değdiği zaman gün batımında suda altın haleleler oluşturmuş, daha
sonra gölün üzerinde ay doğmuştu. Oltasının hızla çekildiğini hissedince,oltaya büyük bir balık geldiğini anladı. Babası oğlunun balığı çekişini hayranlıkla izledi. Çocuk sonunda yorgun düşen balığı sudan çıkardı. O güne kadar gördüğü en büyük balıktı, bir levrek; ama av yasağının kalkmasına sadece saatler kalmıştı.Baba oğul güzelim balığa baktılar, pulları ay ışığında ışıl ışıl parlıyordu. Babası bir kibrit yakıp saatine baktı. Saat on olmuştu.Av yasağının bitmesine daha iki saat vardı.
Önce balığa, sonra oğluna baktı.
"Suya geri bırakman gerekiyor, oğlum," dedi.
"Baba!" diye itiraz etti çocuk ağlamaklı bir sesle.
"Başka balıklar da var," dedi babası.
"Ama hiçbiri bunun kadar büyük değil!" dedi çocuk.
Göle şöyle bir göz attı. Gölde hiçbir balıkçı teknesi yoktu.Babasının yüzüne baktı bu kez. Kendilerini hiç kimsenin görmemiş olmasına,kimsenin ne balığı yakaladıklarını bilmesinin olanaksız olmasına karşın,babasının sesinden bu konuda hiçbir ödün vermeyeceğini anlamıştı.Oltanın ucunu balığın ağzından çekti ve balığı gölün karanlık sularına bıraktı. Balık suya düşer düşmez, şöyle bir çırpındı ve gözden kayboldu.Çocuk bir daha bu kadar büyük bir balık tutamayacağından emindi. Bu olay bundan tam otuz dört yıl önce oldu. Bugün o çocuk New York City'nin ünlü mimarlarındandır. Babasının küçük evi hâlâ o adadadır.Oğlunu ve kızlarını hâlâ o adadaki küçük eve balık tutmaya götürür.Çocuk haklıydı. Bir daha o kadar büyük bir balık tutamadı. Fakat değerler konusunda bir ikilem yaşadığı zaman hep o balığı gözünün önüne getirir.Babasından öğrendiği gibi değerler doğru ile yanlışın ne olduğu konusunda çok basit bir konudur. Güç olan yalnızca değerlerin uygulanabilmesidir. Birileri görmediği zaman da doğru olanı yapabiliyor muyuz? Evet, küçüklüğümüzde bizlere balığı suya geri bırakmak öğretilseydi, doğru olanı yapabilirdik. Çünkü gerçeğin ve doğrunun ne olduğunu öğrenmiş olurduk.Doğru olanı yapma kararı belleklerimizdeki canlılığını hiçbir zaman yitirmez.
Fırsatlardan yararlanmak değil, doğru olanı yapmaktır önemli olan.

ÇOCUGUNU ÖYLE KARSILA KI;
eve geldigi zaman, en güzel yere geldigini hissetsin....
ESINI ÖYLE KARSILA KI;
yanina geldigi zaman, en dogru insana kavustugunu hissetsin....
ANNENI ÖYLE KARSILA KI;
dogumundaki agrilari lezzetle takas etsin...
BABANI ÖYLE KARSILA KI;
ömür boyu bir baska evlada imrenmesin...
FAKIRI ÖYLE KARSILA KI;
ona serdiginden büyük, bir dua sofrasi sersin....
ZENGINI ÖYLE KARSILA KI;
gönlünü gördügünde, kendi gönlünün fakirliginden kahretsin.....


HER ANIN G�ZELL���N� YA�AYANLAR ���N

"Farz edin ki her sabah hesab�n�za 86400 Amerikan Dolar� kredi veren bir bankan�z var, ama bir g�nden di�erine hi� bakiye devretmiyor.Tutar� ne olursa olsun, kullanmad�n�z bakiye miktar� her ak�am iptal ediliyor. B�yle bir durumda ne yapard�n�z? Tabii ki son kuru�una kadar �ekerdiniz!!!! Asl�nda, hepimizin b�yle bir bankas� var. Ad� ZAMAN...

Her sabah i�e, iyi �eylere yat�r�m yapmad�n�z k�sm�n� silip, hesab�n�za zarar kaydediyor. Hi� devretmiyor. Kredi miktarindan bir kuru� fazla kulland�rm�yor. Herg�n size yeni bir hesap a�yor. Her ak�am g�n�n bakiyesini yak�yor. E�er g�nl�k depozitolar�n�z� kullanmad�ysan�z, bu zarar sizindir. Geriye d�n� yok. Yar�ndan avans �ekmek yok. Bug�n� bug�nk� depozitonuzla ya�amal�s�n�z. Ona yat�r�m yap�n ki, size sa�l�k, mutluluk ve ba�ar� olarak geri d�ns�n. Zaman ak�p gidiyor, g�n�n�z� g�n etmeye bak�n!

B�R SENE'nin de�erini anlayabilmek i�in s�n�fta kalan bir �renciye sorun.
B�R AY'�n de�erini anlayabilmek i�in, premature bir bebe�i d�nyaya getiren anneye sorun.
B�R HAFTA'n�n de�erini anlayabilmek i�in, haftal�k derginin edit�r�ne sorun.
B�R DAK�KA'n�n de�erini anlayabilmek i�in, treni hen�z ka�rm�s bir ki�iye sorun. B�R SAN�YE'nin de�erini anlayabilmek i�in, bir kazay� k�l pay� atlatm� bir ki�iye sorun.
B�R M�L�SAN�YE'nin de�erini anlayabilmek i�in, olimpiyatlarda g�m� madalya kazanan ki�iye sorun.
Sahip oldu�unuz her an� de�erlendirin. Daha fazla de�er verin, �nk� onu �ok �zel biriyle, zaman�n� harcamaya de�ecek kadar �zel biriyle payla�t�n�z. .�unu unutmay�n ki zaman hi� kimseyi beklemez.

D�n art�k mazi oldu. Yar�n ise muamma. Bug�n ise avu�lar�m�z�n i�inde bize sunulmu� bir arma�and�r. Dostlar nadide m�cevherlerdir, ��phesiz. Sizi g�ld�r�r, ba�ar� i�in cesaretlendirirler. Size kulak verir, sizinle �vg� s�zlerini payla��r ve her zaman kalplerini size a�maya haz�rd�rlar.

"Dostlar�n�za ne kadar de�er verdi�inizi g�sterin..."

Biraz derviş ruhlu olacaksın bu hayatta





Yaradılana yaradandan ötürü sonsuz bir değer veriyorsan eğer kendine değer vermeyi hiç unutmayacaksın.İncitmemeye çalışırken karşındakini, incinmemeyi de öğreneceksin.
Aldatacaklar belki seni. Hatta belki de paramparça edecekler ruhunu.Her bir parçanın bir tarafa savrulduğunu hisseder gibi olacaksın belki ama,kendini küllerinden yeniden yaratma gücünün sana doğduğun anda verilen birhediye olduğunu da hatırlayacaksın hep.Görünenin altından simyanı bozacak gariplikler dahi çıksa, en derindeki mutlak gerçeğe ulaşmaya çalışacaksın.Gerçekle yüzleşmekten asla korkmayacaksın.Asla kaybetmeyeceksin dengeni. Kendi merkezinde kalacaksın hep... O yıllar boyu, hayatın ve acıların imbiğinden çekerek oluşturduğun merkezinde.
Saklayacak bazıları kendini sahte gülüşlerin, sahte sevgi ve dostluk sözcüklerinin ardına.Bunun farkına vardığın an, kapanacaksın içindeki o kutsal mabede. Kutsayacaksın orada hayatı. Yeniden ve kendi kendine. Yaraların şifa bulduğu
zaman, eskisinden de güçlü olarak çıkacaksın meydana... Bazıları da oyunlar kuracaklar sana.Dervişçe güleceksin oyuncuna.Yaramaz bir çocuksa eğer o, başını okşayacak ve abartmamasını söyleyeceksin.Hayatın ve gerçeğin kendisinin yeterince heyecanlı olduğunu, dozu kaçmış oyunların, hayatın büyüleyici ritmini bozmaktan başka bir işe yaramadığını anlatacaksın.Anlarsa ne âlâ. Anlamazsa zaten senden değildir o.Yok eğer kötücül bir yaratıksa oyuncu, ''Sonsuza kadar güle güle''.
diyeceksin ona. ''Güle, güle ve bir daha asla çıkma karşıma.''Hiç üzülmeyeceksin. Bir kayba uğramış gibi hissetmeyeceksin kendini.Her yanlış insanın, her yanlış işin, her yanlış durumun hayatından en kısa zamanda çıkarak doğru olanlara yer açması için dua edeceksin.
Biraz derviş ruhlu olacaksın bu hayatta...

SEVGİYİ BİLENLER






Bir gün sormuşlar ermişlerden birine: "Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?"diye. "Bakın göstereyim" demiş ermiş.
Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da "derviş kaşıkları" denilen bir metre boyunda kaşıklar. Ermiş "Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz" diye bir de şart koymuş. "Peki" demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan.Bunun üzerine "Şimdi..." demiş ermiş. "Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe." Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. "Buyurun" deyince her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, karşısındaki kardeşine uzatarak içmişler çorbalarını. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan. "İşte" demiş ermiş. "Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz. Şunu da unutmayın: Hayat pazarında alan değil, veren kazançlıdır her zaman..."

ESKİDEN






Ne güzel insanlar vardı eskiden.
Çocukluğumuzu kaplamışlardı.
Bize masal anlatırlardı
Cinlerden, perilerden.
Büyük anneler, büyük babalar vardı.
O zaman hepsi uzaktı ölümden.
Hem sevdirir hem korkuturlardı.
Acı hikâyeleri bile tatlı başlardı.
Demek bunun için gittiler hikâyelerden.
Ne güzel insanlar vardı eskiden.

Ne güzel şarkılar vardı eskiden.
Gençliğimizi donatırlardı.
Hep iyi şeyler hatırlatırlardı
Geçip gitmiş devirlerden.
Sevgi ve ümid yaratırlardı.
O zaman her şey uzaktı ölümden.
Yanık şarkılar bile neşeli başlardı.
İster istemez saadet taşardı
Gamsız günlerimizden.
Ne güzel zamanlar vardı eskiden.

Ne güzel şarkılar vardı eskiden.
Hayâl içinde yaşatırlardı.
Güldürür ağlatırlardı
Duymadan biz, düşünmeden.
Her an bir asır kadardı.
O zaman herkes uzaktı ölümden.
Candan sevdiklerimiz vardı.
Hepsi başka güzeldi, bizi tanımazlardı.
Bütün yollarımız geçerdi gül bahçelerinden.
Ne güzel zamanlar vardı eskiden.

Özdemir Asaf

Kartallar ve İnsanlar




Kartal,kuş türleri içinde en uzun yaşayanıdır.70 yıla kadar yaşayan kartallar vardır. Ancak bu yaşa ulaşmak için, 40 yaşındayken çok ciddi ve zor bir karar vermek zorundadır.Kartalın yaşı 40'a vardığında pençeleri sertleşir, esnekliğini yitirir ve bu nedenle de beslenmesini sağladığı avlarını kavrayıp tutamaz duruma gelir. Gagası uzar ve göğsüne doğru kıvrılır. Kanatları yaşlanır ve ağırlaşır. Tüyleri kartlaşır ve kalınlaşır. Artık kartalın uçması iyice zorlaşmıştır. Dolayısıyla kartal burada iki seçimden birini yapmak zorundadır:
- Ya ölümü seçecektir,
- Ya da yeniden doğuşun acılı ve zorlu sürecini göğüsleyecektir.
Bu yeniden doğuş süreci 150 gün kadar sürecektir. Bu yönde karar verirse kartal bir dağın tepesine uçar ve orada bir kaya duvarda, artık uçmasına gerek olmayan bir yerde, yuvasında kalır. Bu uygun yeri bulduktan sonra kartal gagasını sert bir şekilde kayaya vurmaya başlar.En sonunda kartalın gagası yerinden sökülür ve düşer. Kartal bir süre yeni gagasının çıkmasını bekler. Gagası çıktıktan sonra bu yeni gaga ile pençelerini yerinden söker çıkarır. Yeni pençeleri çıkınca kartal bu kez eski kartlaşmış tüylerini yolmaya başlar. 5 ay sonra kartal, kendisine 20 yıl veya daha uzun süreli bir yaşam bağışlayan meşhur yeniden doğuş uçuşunu yapmaya hazır duruma gelir.Kendi yaşamımızda sık sık bir yeniden doğuş süreci yaşamak zorunda kalırız. Zafer uçuşunu sürdürmek için, bize acı veren eski alışkanlıklarımızdan, geleneklerimizden ve anılarımızdan kurtulmak zorundayız. Ancak geçmişin gereksiz safrasından kurtulduğumuzda, deneyimlerimizin yeniden doğuşumuzun getireceği olağanüstü sonuçlarından tam olarak yararlanabiliriz.

BİNBİR GECEDEN BİRİ




Selçuk Yıldırım


BİRZAMANLAR, Doğu'nun şehirlerinden birinde, zengin ve varlık bir
adam ölmüş. Haberciler ve tellallar şehrin sokaklarına yayılıp halka
şöyle seslenmişler:
"Ey ahali! Bildiğiniz gibi Veli Ağa vefat etti. Önemli bir vasiyeti
var. Ahiret hayatına alışabilmek için yardımcı arıyor. Kim mezarda
geçireceği ilk gecede ona eşlik ederse, Veli Ağa'nın servetinin
yarısı kendisine verilecektir."
Tellalların onca bağırıp çağırmalarına rağmen, kimse bu ilginç teklife
talip olmaya cesaret edemedi. Akşama doğru, şehrin en fakir adamlarından
biri olan hamal, bakmış ki, elinde mal olarak bir küfe ve ipten başkası
yok. "Hamal olarak yatar, ağa olarak kalkarım" diyerek koşmuş
ve diri diri mezarda gecelemeye talipli olmuş.
Ertesi gün, genişçe bir mezar kazmışlar. Bir tarafına iyice kefenlenen
Veli Ağa'yı bir tarafına da hamalı yatırıp mezarı kapatmışlar.
Az sonra sual melekleri çıkıp gelmiş. "İkisi de artık bize
emanet" diye aralarında konuşuyorlarmış. Biri:
"Öyle de.." demiş. "Zengin olan zaten burada kalıcı,
önce şu hamaldan başlayalım."
Öteki melek bu teklifi makul görmüş ve hamalın baş ucuna gidip sorguya
başlamışlar:
"Dünyada malın mülkün var mıydı?"
"Alay etmeyin" demiş hamal. "Sırtımdaki küfeden ve ipten
başka bir şeyim hiç olmadı benim."
"Öyleyse söyle bakalım" demiş melekler. "O küfe ile ipi
hangi kazançla nasıl aldın?"
Hamal başlamış anlatmaya:
"Beş kişinin malını on kuruşa taşıdım. İkisini yedim sekizini
sakladım. Ertesi gün de aynı işi yaptım. Böyle böyle para biriktirdim.
Yemedim içmedim, ucuza taşıdım ve bunları aldım."
Melekler:
"Olmadı" demişler. "Olmadı hamal efendi. Falancadan
aldığın para hak ettiğinden çok azdı. Biz bunun hesabını ondan soracağız.
Filancaya da çok ucuza taşımıssın, bunun da hesabını ondan
soracağız"
"İyi ama.." demiş hamal. "hakettiğim parayı isteseydim,
bana taşıtmazlardı ki..."
"Sen merak etme" demiş melekler. "Nasıl olsa ikisi de
buraya gelecek, o zaman biz sorarız bunların hesabını."
Ve sorguya devam etmişler:
"Sen bir daha söyle bakalım. Kazandığının ne kadarını yedin, ne
kadarını biriktirdin?"
"Vallahi" demiş hamal. "Genelde hep yarı yarıya... On
aldıysam beş sakladım, beş yedim. İki kazandıysam, birini kenara
attım."
"Olmadı" demiş melekler. "Bu iş hiç olmadı. Sen hem
kendinin hem de çoluk çocuğunun boğazından kısmışsın. Hem kendi nefsine,
hem de onların nefislerine zulmetmişsin. Bu günahtır bilmez misin?"
Hamal ne cevap vereceğini düşünürken kan ter içinde kalmış. Ve bütün bir
gece melekler sormuş o kıvranmış, melekler sormuş o kıvranmış.. Nihayet
sabah olmuş ve mezarı açıp onu dışarıya çıkarmışlar.
Hamal bakmış, kadı efendi dahil bütün şehir kabrin başına toplanmış. Hatta
mehter takımı bile hazır bekliyor.
Kadı, mezardan kendisini dışarıya atan hamala:
"Afferin hamal efendi, kimsenin cesaret edemediği bir işi yaptın.
Ama mükafatını da göreceksin. Artık zengin bir adamsın."
Halktan bir alkış ve 'Yaşasın' kopmuş.
Hamal:
"İstemem! İstemem! Vallahi istemem!" diye bağırmış.
"Ben, bir iple bir küfenin hesabını sabaha kadar veremedim. Onca
servetin hesabını nasıl veririm. Kim isterse o alsın. Hesabını da alan
versin!" ?

27 Nisan 2007

Can Yücel






Cami'de uyanıyorsunuz. Bir tahta sandık içersinde. Herkes karşınızda saf durmuş, iyiliğinize dua ediyor ve tüm haklar helal edilmiş vaziyette.Tabuttan doğruluyorsunuz, yaşlı,olgun ve ağırbaşlı olarak.Herkes etrafınızda, büyük bir itibar, iltifatlar, çocuklar torunlar hepsi hazır.Arabanıza kurulup evinize gidiyorsunuz. Doğar doğmaz devlet size maaş bağlıyor, aylık veya üç ayda bir maaşınızı alıyorsunuz. Ne güzel, hazır maaş, hazır ev....Altmışlı yaşlara kadar her şey garanti, huzur içinde yaşıyorsunuz. Sağlığınız gittikçe düzeliyor,kaslar güçleniyor, kuvvetleniyorsunuz. Bir gün çalışmak istiyorsunuz ve işe ilk başladığınız gün size hoş geldin hediyesi olarak bir plaket ve altın kol saati veriyor patronunuz.. Ve genel müdürlük veya bunun gibi yüksek bir makamdan tecrübeli bir insan olarak ise başlıyorsunuz. Herkes karsınızda el pençe divan...Vücudunuzda da bazı hoşa giden hareketlerde başlıyor. Gittikçe zayıflıyor forma giriyorsunuz. Diğer hormonal aktiviteler artıyor,fevkalade.....aman ne güzel günler başlıyor... Derken bir gün patron size artık üniversiteye gitsen daha iyi olur diyor. Bu arada babanız ortaya çıkmış, "fazla çalıştın" diyor "artık eve dön, işi bırak, okumaya başla, harçlığın benden olsun..." keyfe bakar mısınız ?Okuduğunuz dersler gittikçe kolaylaşıyor. Ekmek elden,su gölden bir dönem başlıyor. Partiler, diskotekler, kızların sayısı artıyor. Derken anne ve babanız sizi götürüp getirmeye başlıyor, araba kullanma derdi de yok artık....Günün birinde sizi okuldan da alıyorlar, "evde otur,keyfine bak, oyuncaklarınla oyna" diyorlar..Mamanız ağzınıza veriliyor, zaman zaman altınızı bile temizliyorlar, hatta bu durum alışkanlık yaratıyor ve hiç tuvalet kullanmamaya başlıyorsunuz.Derken anneniz bir gün size süt verme kararını alıyor ve başka bir keyifli dönem başlıyor.Mama artık her yerde, her an ve en taze şeklinde hazır. Bir gün karanlık ılık ve sıcak bir ortama giriyorsunuz. Beslenmek için ağzınızı açmaya dahi gerek yok, bir kordondan besleniyor,sıcacık, yumuşacık, gürültü ve patırtısız bir ortamda yasıyorsunuz.Küçülüyor, küçülüyor, ufacık bir hücre halini alıyorsunuz... Aman aman çok şükür ben böyle iyiyim...
Can Yücel

Kadınlar Gittiğinde...



KADINLAR gittiklerinde arkalarında daha büyük boşluklar bırakırlar.
Onlar bir gün çekip gittiklerinde, peşlerinde "yetim-öksüz" kalan çok olur: Mutfaktaki dolap, perdeler, kavanozun içindeki eski düğmeler, özenle saklanmış küçülmüş giysiler, dolap diplerindeki kurdeleler...
Sabah karanlığında mutfaktan gelen tıkırtılar susar, yetim kalmıştır tabaklar.
Bir kadın gittiğinde hep suyu unutulur saksıların.
Sık sık boynunu büker "sarıkız".
O teki kalmış eski bardağın anlamını bilen olmaz, değerini kimse anlayamaz
krom hac tasının.
Balkon artık sessizdir, koridor kimsesiz.
kadın gittiğinde...
Bir kadın gittiğinde ne çok kişi gider aslında; bir ağır işçi, bir
temizlikçi, bir bakıcı, bir bahçıvan, bir muhasebeci...
Bir anne gider...
Bir dost...
Bir arkadaş...
Bir sevgili...
Ne çok kişi yok olur bir kadın gittiğinde.
Hep böyle olur; bir kadın gittiğinde; övgüler, uyarılar, yakınmalar,
dualar yetim kalır.
Kapı eşiğindeki "Dikkat et..." duyulmaz, annesi gitmiştir "geç kalma"nın.
Kadınlar, arkalarında büyük boşluklar bırakarak giderler.
Bir kadın gittiğinde pek çok kişi gitmiştir aslında.
Ve bir kadın gittiğinde pek çok "yetim" bırakmıştır arkasında.

Yolumuzdaki Engeller





Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş, kendiside pencereye oturmuştu. Bakalım neler olacaktı?

Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray görevlileri birer birer geldiler, sabahtan öğlene kadar. Hepsi kayanın etrafından dolaşıp saraya girdiler.

Pek çoğu kralı yüksek sesle eleştirdi. Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyordu.

Sonunda bir köylü çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu. Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı ve ıkına sıkına itmeye başladı. Sonunda kan ter içinde kaldı ama, kayayı da yolun kenarına çekti.

Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu gördü. Açtı.

Kese altın doluydu.Bir de kralın notu vardı içinde.

"Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir" diyordu kral.

Köylü, bugün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı.

"Her engel, yaşam koşullarınızı iyileştirebilecek bir fırsattır.."

Akıl Okulu






Bir gün ülkenin küçük kasabalarından olan Yitan'da şöyle bir haber yayılmış:
- Güzel başkentimizde bir Akıl Okulu varmış. Her kim o okula giderse orada akıl öğretiliyormuş.Herkes bu haberi şaşkınlıkla birbirine anlatıyormuş. Kasabanın en zenginlerinden olan bir adam da bu haberi duyunca kahkahalarla gülmeye başlamış:- Efendim, hayatımda hiç bu kadar komik bir şey duymamıştım. Bir insan akıllıysa akıllıdır. Sonradan akıl kazanılır mı hiç? Olacak şey midir? Duyulmuş mudur? Görülmüş müdür?Bu adam çok zengin olduğu için çocuklarının hiçbirisini okutmamış. Öyle çok parası varmış ki, istese kasabanın tamamını satın alabilirmiş. Fakat çocuklarına devamlı şöyle diyormuş:- Şükürler olsun çok paramız var. Yine de paramıza para katmalıyız. Ne kadar çok kazanırsak o kadar güçlü oluruz.Çocuklarından biri ise, babasının bu düşüncesine katılmıyormuş. Devamlı:- Babacığım, okumak gibisi var mıdır? diyormuş. Bak ne çok paramız var. Ama bu parayla bilgi satın alamayız. Buna kimsenin de gücü yetmez. Neden okumayı kötü görüyorsun? Adam, çocuğunun bu sözlerini günlerce, gecelerce düşünmüş durmuş. Sabahlara kadar sayıklar olmuş: 'Akıl okulu? Akıl okulu?' Bir sabah dayanamamış ve kararını vermiş:- Böyle olmayacak. Şu Akıl Okulu neymiş gidip göreceğim.Adam yolculuk için hazırlanmış. Atına binmiş ve yola koyulmuş.

Günler geçmiş. Geceler geçmiş. Memleketinden ayrılalı tam otuziki gün olmuş. Günün birinde, yolda ağır ağır yürüyen bir ihtiyara rastlamış. İhtiyarın gözleri görmüyormuş. Adam bu ihtiyarın haline acımış. Yanına yaklaşarak:- Ey yolcu, nereye gidiyorsun? diye sormuş.İhtiyar da başkente gitmek istediğini söylemiş. Bunun üzerine adam atından inmiş ve ihtiyarı atına bindirmiş:- Ben de başkente gidiyorum. demiş. Bir günlük yolum kaldı. Birlikte konuşa konuşa gideriz. İhtiyar atın üzerinde, adam yaya yolculuklarına devam etmişler. Şehre vardıkları zaman adam ihtiyara:- İşte başkente geldik, demiş. Burada inebilirsin. Fakat ihtiyar, adama şunları söylemiş:- Madem bir iyilik yaptın, bunun gerisini de getir. Beni şehrin meydanına kadar götür. Ondan sonra var git nereye gideceksen.Adam hiç karşı çıkmamış ve tamam demiş. Beş-on dakika sonra şehrin meydanına gelmişler. Tam bu sırada ihtiyar bağırmaya başlamış:- İmdat!.. Yardım edin. Bu adam atımı çalmak istiyor. Bu garibana yardım elini uzatacak yok mu? İmdat!..Meydandaki insanlar koşa koşa gelmişler onların yanına. İhtiyar kör olduğu için ona acımışlar ve adamı suçlamışlar:- Utanmıyor musun bu yaşta hırsızlık yapmaya! Hem de kör bir adamın atını çalmaya çalışıyorsun. Adam haykırıyormuş:- Hayır yalan söylüyor. Bu at benim. Onu yoldan ben aldım. İhtiyardır, yorulmasın, bir iyilik yapmış olayım, dedim. Bu at benim. Ben hayatımda hırsızlık yapmadım. O yalancıdır.

Fakat gel gelelim insanlar adamı dinlememişler. Atı, kör ihtiyarı ve adamı doğruca şehrin hakimine götürmüşler. Hakim önce kör ihtiyarı, sonra adamı dinlemiş. Ardından da şöyle demiş:- Bana bir baytar, bir nalbant, bir de saraç çağırın. Hemen gelsinler. Bekliyoruz.Adam bu üç kişinin neden çağrıldığını bir türlü anlayamamış. Kimseye de soramamış. Mecburen çağrılanların gelmesini beklemiş. Kısa bir zaman sonra da hep beraber gelmişler. Hakim gelenleri tek tek huzuruna kabul etmiş. Önce baytar alınmış odaya. Hakim ona sormuş:- Ata bak. Bu at hangi memlekete aittir? Baytar şöyle karşılık vermiş:- Çok fazla incelemeye gerek yok. Bu at bu şehirden alınmamış. Yitan yöresine ait bir attır.Adam kendi memleketinin ismini duyunca hayretler içinde kalmış. Bu sefer de hakim nalbantı çağırmış ve ona:- Sen de bu atın nerede nallandığına bak, demiş. Nalbant biraz inceledikten sonra şunları söylemiş:- Bu at burada nallanmamış. Yitan yöresinde atlar böyle nallanır. Bizimkine benzemez.Adam yine şaşırmış. Kendi kendine, 'Nasıl bilebilirler?' diye sorup duruyormuş. Hakim son olarak saraca:- Bu atın koşumlarını incele, demiş. Nasıl eyerlenmiş? Saraç hiç beklemeden cevap vermiş:- Efendim, ilk bakışta bizim yöremize ait olmadığı anlaşılıyor. Yitan yöresinin koşum şeklidir.Hakim cevapları aldıktan sonra atın sahibine dönerek:- Evet, sen doğru söylüyordun, demiş. Bu at senin. Artık atını alıp gidebilirsin. İhtiyara da gereken ceza verilecektir. Hiç meraklanma. Fakat adam dayanamayarak hakime sormuş:- Siz böyle bir şey yapmayı nasıl düşündünüz? Bu adamlar, bu atın Yitan yöresine ait olduğunu nereden anladılar? Lütfen bana söyler misiniz bütün bunlar nasıl olabiliyor?Hakim adamın sorusuna gülerek cevap vermiş:- Ben ve bu gördüğün herkes, bu şehirdeki Akıl Okulunu bitirdik. Her şeyi o okulda öğrendik. Orada doğrunun nerede ve nasıl bulunacağı öğretilir.Adam böylece Akıl Okulunun ne anlama geldiğini yaşayarak öğrenmiş. Heyecanla memleketi olan Yitan'a dönmüş. Bütün olanları ailesine ve arkadaşlarına anlatmış. Sonra da bütün çocuklarını bu Akıl Okuluna göndermiş. Anlamış ki, herkeste akıl var, ama onu kullanabilmek için eğitim gerekiyor.

25 Nisan 2007


BİR GÜN BAKSAM Kİ GELMİŞSİN



Bir gün baksam ki gelmişsin..

Bir güvercin gibi yorgun uzaklardan yar.

Gözlerinde bir bitmez,bir tükenmez güzellik

Saçlarında ilkbahar..



Bir gün baksam ki gelmişsin..

Gülüşünde taze serin bir rüzgar

Ellerin yine eskisi kadar güzel

Çiçek açmış dokunduğun bütün kapılar..



Bir gün baksam ki gelmişsin..

Hasretin içimde sonsuzluk kadar.

Şaşırmış kalmışım birdenbire çaresiz.

Dökülmüş yüreğime gökyüzünden yıldızlar.



Bir gün baksam ki gelmişsin..

Ne yüzünde bir gölge,ne dilinde sitem var.

Tozlu pabuçlarını gözlerime sürmüşüm

Benim olmuş dünyalar. . .

Yavuz Bülent Bakiler

Doğru Söze Ne Denir !!!!!




• Isterseniz yanlıs düşünün, ama her durumda kendi kafanızla düsünün. (Doris Lessing)

• Kelimelerin gücünü anlamadan, insanların gücünü anlayamazsın. (Confucius)

• Insanların mutlulukları yada mutsuzlukları,talihin olduğu kadar Kendi karakterlerinin de eseridir.!! (La Rochefoucauld)

• Mutlu olduğunuz zaman, size bu mutluluğu veren faziletleri sonradan kaybetmeyiniz! (A.Maurois)

• Mal kaybeden, bir şey kaybetmistir, onurunu kaybeden birçok şey kaybetmiştir. Fakat cesaretini kaybeden her şeyini kaybetmistir. (Goethe)

• Herşeyi bildiğini sanma! gerçekte çok bilgili olsanda kendine Cahilim diyebilecek cesaretin olmalı. (Ivan Pavlov)

• Gül sunan bir elde daima bir miktar gül kokusu kalır. (Çin atasözü)

• Devler gibi eserler bırakmak için, karıncalar gibi çalışmak lazım. (Necip Fazıl Kısakürek)


Düşmanlarınızı affedin bu bir büyüklüktür. Ama onları unutmak büyük bir aptallıktır. (J.f kennedy)

• Nankör insan, her şeyin fiyatını bilen fakat hiçbir şeyin değerini bilmeyen kimsedir. (Oscar Wilde)

• Dünyada başarı kazanmanın iki yolu vardır: Ya kendi aklından faydalanmak, yahut da başkalarının akılsızlığından faydalanmaktır. (La Bruyere)

• Hayat merdivenlerini çıkarken, insanlara iyi davranalım. Çünkü inerken gene aynı insanlara rastlayacağız. (Cenap Şahabettin)

• Güzel olan sevgili değildir, sevgili olan güzeldir. (Tolstoy)

• Güzellik, çoğu zaman kusurları gizleyen bir örtüdür. (Balzac)

• Bir insanın gerçek zenginliği, onun bu dünyada yaptığı iyiliklerdir. (HZ.MUHAMMED (s.a.v))

• İnsanlar başaklara benzerler, içleri boşken başları havadadır, içleri doldukça eğilirler. (Montaigne)

• Kadın olsun , kitap olsun cildine aldanmayıp içindekilere bakılmalıdır. (Cenap Şahabettin)

• Aşk köprü kurmaktır. İnsanlar köprü kuracakları yerde, duvar ördükleri için yalnız kalırlar. (Newton)

• Ayni dili konuşan değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilirler. (Mevlana)

• Para açlığı giderir, mutsuzluğu değil, yemek mideyi doyurur, ruhu değil. (Shaw)


Aile


92 yasında, ufak tefek, kendinden emin ve gururlu, her sabah sekizde giyinip kuşanan ve her ne kadar kör bile olsa saçlarını kıvırıp makyajını mükemmelce yapan yaslı hanım bugün bir huzur evine tasındı. 70 yasındaki kocası ise geçenlerde gereken hamleyi yapıp Allah'ın rahmetine kavuşmuştu.Huzur evinin kapısında sabırla beklenen bir kaç saatin ardından, odasının hazır olduğu söylendiğinde tatlı tatlı gülümsedi. Yürütecini asansöre yönlendirdiği sırada, kendisine odasını anlatmaya başladım penceresinde asılı perdelerden de söz ettim. Ben anlatırken ,az önce kendisine köpek yavrusu verilmiş 8 yaşındaki küçük bir kızın heyecanıyla o perdeleri pek severim, dedi.Mrs. Jones henüz odayı görmediniz, biraz bekleyin demiştim ki; Bunun onunla bir ilgisi yok, dedi. mutluluk zamandan önce karar verdiğiniz bir şeydir. Benim odadan hoşlanıp hoşlanmamam mobilyaların nasıl düzenlenmiş olduğuyla değil, benim onları zihnimde nasıl düzenlediğimle ilgilidir. Ben onları sevmeye karar vermiştim zaten Bu benim her sabah uyandığımda verdiğim bir karardır. Bir seçme hakkim var: Ya bütün günümü artık çalışmayan vücut parçalarımın bana verdiği sıkıntıyı düşünerek geçiririm ya da yataktan çıkıp hala çalışanlar için şükrederim. Gözlerim açık olduğu sürece her yeni gün bir hediyedir. Yeni güne ve hayatimin sadece bu döneminde, biriktirdiğim mutlu anılara konsantre olacağım.Yaşlılık banka hesabi gibidir. Ne yatırdıysan onu çekersin hesabından. Bu nedenle benim tavsiyem, hatıraların banka hesabına dolu dolu mutluluk yatırman olacaktır. Anı bankamı doldurmaktaki katkın için sana teşekkür ederim. Hala oradan mutluluk çekiyorum. Mutlu olmak için su beş basit kuralı hatırla:

1. Kalbini nefretten arındır
2. Zihnini endişelerden arındır
3. Basit yasa
4. Çok ver
5. Daha az bekle

Aile
Bilmem farkında mısın, eğer yarin ölecek olsak çalıştığımız şirket daha birkaç gün bile olmadan yerimizi dolduruverir. Oysaki ardımızda bıraktığımız ailemiz bizim kaybımızı ömürlerinin sonuna dek hissedecektir. Gel gelelim ki, ailemizden daha çok isimize veririz kendimizi, pek de akıllıca bir yatırım değil, ne dersin?

FAMILY ne demektir biliyor musun?
FAMILY= (F)ather (A)nd (M)other (I) (L)ove (Y)ou

23 Nisan 2007



BAYRAK

Ey,mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,
Kızkardeşimin gelinliği,şehidimin son örtüsü!
Işık ışık, dalga dalga bayrağım,
Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.

Sana benim gözümle bakmayanın
mezarını kazacağım.
Seni selamlamadan uçan kuşun
yuvasını bozacağım.

Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder...
Gölgende bana da, bana da yer ver !
Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar.
Yurda ay yıldızın ışığı yeter.

Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün.
Kızıllığında ısındık,
Dağlardan çöllere düşürdüğü gün.
Gölgene sığındık.

Ey, şimdi süzgün, rüzgarlarda dalgalan;
Barışın güvercini, savaşın kartalı...
Yüksek yerlerde açan çiçeğim;
Senin altında doğdum,
Senin dibinde öleceğim.

Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim:
Yer yüzünde yer beğen !
Nereye dikilmek istersen,
Söyle, seni oraya dikeyim !

ARİF NİHAT ASYA

Affetmenin Hafifliği






Bir lise öğretmeni bir gün derste öğrencilerine bir teklifte bulunur: "Bir hayat deneyimine katılmak ister misiniz?"


Öğrenciler çok sevdikleri hocalarının bu teklifini tereddütsüz kabul ederler. "O zaman" der öğretmen. "Bundan sonra ne dersem yapacağınıza da söz verin" Öğrenciler bunu da yaparlar. "Şimdi yarınki ödevinize hazır olun. Yarın hepiniz birer plastik torba ve beşer kilo patates getireceksiniz!" Öğrenciler , bu işten pek birşey anlamamışlardır, Ama ertesi sabah hepsinin sıralarını üzerinde patatesler ve torbalar hazırdır. Kendisine meraklı gözlerle bakan öğrencilerine şöyle der öğretmen: "Şimdi, bugüne dek affetmeyi reddettiğiniz her kişi için bir patates alın, o kişinin adını o patatesin üzerine yazıp torbanın içine koyun" Bazı öğrenciler torbalarına üçer-beşer tane patates koyarken, bazılarının torbası neredeyse ağzına kadar dolmuştur. Öğretmen, kendisine "Peki şimdi ne olacak?" der gibi bakan öğrencilerine ikinci açıklamasını yapar: "Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız. Yattığınız yatakta, bindiğiniz otobüste, okuldayken sıranızın üstünde? hep yanınızda olacaklar " Aradan bir hafta geçmiştir Hocaları sınıfa girer girmez, denileni yapmış olan öğrenciler şikayete başlarlar: "Hocam, bu kadar ağır torbayı her yere taşımak çok " "Hocam, patatesler kokmaya başladı. Vallahi, insanlar tuhaf bakıyorlar bana artık" "Hem sıkıldık, hem yorulduk?"


Öğretmen gülümseyerek öğrencilerine şu dersi verir: "Görüyorsunuz ki, affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz. Kendimizi ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkum ediyoruz.


Affetmeyi karşımızdaki kişiye bir ihsan olarak düşünüyoruz, halbuki affetmek en başta kendimize yaptığımız bir iyiliktir.













































Acele Karar Vermeyin






Köyün birinde bir yaşlı adam varmış। Çok fakirmiş ama Kral bile onu kıskanırmış...Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki, Kral bu at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış॥ "Bu at, bir at değil benim için; bir dost, insan dostunu satar mı" dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar ki,at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış: "Seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi.Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın.Şimdi ne paran var, ne de atın" demişler...İhtiyar: "Karar vermek için acele etmeyin" demiş."Sadece at kayıp" deyin, "Çünkü gerçek bu.Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar.Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı? Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç.Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez." Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler.Aradan 15 gün geçmeden at, bir gece ansızın dönmüş...Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine.Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş.Bunu gören köylüler toplanıp ithiyardan özür dilemişler."Babalık" demişler, "Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir at sürün var.." "Karar vermek için gene acele ediyorsunuz" demiş ihtiyar. "Sadece atın geri döndüğünü söyleyin.Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç.Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?" Köylüler bu defa açıkçn ihtiyarla dalga geçmemişler ama içlerinden "Bu herif sahiden gerzek" diye geçirmişler...Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeyeçalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara."Bir kez daha haklı çıktın" demişler. "Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok.Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın" demişler. İhtiyar "Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz" diye cevap vermiş."O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı.Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez." Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş. Köylüler, gene ihtiyara gelmişler... "Gene haklı olduğun kanıtlandı" demişler. "Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler, belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer..." "Siz erken karar vermeye devam edin" demiş, ihtiyar. "Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde... Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şnssızlık olduğunu sadece Allah biliyor."Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatla tamamlamış:"Acele karar vermeyin.Hayatın küçük bir dilimine bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar; aklın durması halidir.Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur.Buna rağmen akıl,insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar.Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar.Bir kapı kapanırken, başkası açılır.Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz."
( Yazar : Lao Tzu )





Söz Uçar Gider
Konuşarak bulunsaydı çareler;
Çaresizler masallarda yaşardı.

Konuşarak doyurulabilseydi açlar;
Yeryüzünde aç insan kalmazdı.

Konuşarak değiştirilebilseydi mevsimler;
Toprak susuzluktan çatlamazdı.

Konuşarak iş bulunsaydı insanlara;
Kimse işsizlikten yollara düşmezdi...

Konuşarak çözülebilseydi enflasyon;
Böyle bir söz sözlüklerde yer bulmazdı...

Konuşarak aşılabilseydi duvarlar,
Çözülebilseydi kördüğümler,
Açılabilseydi çelik kapılar,
Aşılabilseydi çıkmaz sokaklar;
Ne duvar kalırdı sınırlarda,
Ne çözülmedik kördüğümler...
Ne açılmadık kapılar,
Ne aşılmadık çıkmazlar kalırdı kentlerde ve her yerde...

Artık vazgeçmeli nutuklardan, salt konuşmalardan ve kuru sözlerden!..
Artık bir şeyler yapılmalı, sözden başka...
Artık yaşanmalı,
Yaşanarak sunulmalı gerçekler!..

* * *

Konuşarak anlatılabilseydi dertler;
Dertler çoktan kaçışırdı insan denilen varlıktan...

Konuşarak durdurulabilseydi hız sınırını aşanlar;
Kimse trafik canavarından dert yanmazdı...

Konuşarak evrensel ahlâk oluşturulabilseydi;
Hâlâ kişiye göre ahlâk anlayışı yaşanmazdı...

O halde artık vazgeçmeli nutuk atmaktan ve kuru sözlerden !..
Artık bir şeyler yapılmalı,
Artık yaşanmalı,
Yaşanarak sunulmalı gerçekler !..

* * *

Konuşursunuz;
İnsanlarla değil, sanki duvarlarla...
Sonuçta size dönen;
Sesinizin yankısı , aks-i sedası olur...

Konuşursunuz;
Dağla - taşla, kuşla – böcekle..
Onlar belki duyar, belki duymaz,
Belki anlar, belki anlamaz..
Fakat size dönen;
Yalnız derin bir sessizlik olur...

Konuşursunuz;
Çalı – çırpı ile, ağaçla – çiçekle..
Biri kurur. Biri solar..
Ve hatırınızda bir ince sızı kalır...

Konuşursunuz;
Çocukla, gençle..
Kadınla, erkekle..
Küçükle, büyükle..

Yaşama geçmemişse konuştuklarınız;
Geride belleğinizde sadece acı bir hatıra,
Ve yüreğinizde buruk bir acı kalır !...

* * *

O halde;
Artık vazgeçmeli
Nutuk atmaktan...
Salt konuşmaktan...
Kuru sözlerden !...

Artık bir şeyler yapılmalı, sözden başka...
Artık yaşanmalı,
Artık yaşanarak sunulmalı gerçekler !...

Çünkü söz uçar gider
Fakat yaşananlar;
Yıllarca, nesillerce, asırlarca..
Derin bir iz, yeni bir yaşam bırakır ...




21 Nisan 2007






GÖNLÜM




Benim gönlüm bir kelebek


Dolaşıyor çiçek çiçek


Tükenecek ömrü böyle


Çırpınarak, titreyerek




Ne şerefli bir adı var,


Ne bir büyük maksadı var


Her gün biraz zedelenen


İki ipek kanadı var!




Sabırlıdır, gözü toktur,


Zavallının derdi çoktur


Yorulunca konacağı


Bir yuvası bile yoktur




Her şey ona karşı durur:


Güneş yakar, kış dondurur


Bazı tutar kanadından


Bir fırtına yere vurur




Benim gönlüm bir kelebek


Dolaşıyor titreyerek


Zavallının bir baharlık


Ömrü böyle tükenecek!





DENİZ
Ben deniz kenarındaki odamda,
Pencereye hiç bakmadan
Dışardan gecen kayıkların
Karpuz yüklü olduğunu bilirim।
Deniz, benim eskiden yaptığım gibi,
Aynasını odamın tavanında
Dolaştırıp beni kızdırmaktan
Hoşlanır।
Yosun kokusu
Ve sahile çekilmiş dalyan direkleri
Sahilde yasayan çocuklara
Hiçbir şey hatırlatmaz।




SELAM

Uçuyor, duran bir anın havasında
Işıktan kuşları bir akşam seherinin;
Gündüzün geceyle buluşan noktasında
Yaklaşıyor musikisi eteklerinin।

Ve sanki ufkuma baştanbaşa gül rengi
Kanatlarını açmada bir altın devir।
Başlıyor ömrün ve ölümün güzelliği,
Söyleyecek şimdi zaferlerini şiir;

Selam, sonsuzluğun aydınlık bahçesinden
Selam, senelerce,senelerce evvele,
Hatırası kalbe ışıklarla dökülen
En sevgiliye,en iyiye,en güzele।

Geçmiş bir zamanı kalbim bulmak üzredir,
Tamamlanacaktır yarım kalmış rüyalar;
Ey hafıza cömert memenden beni emzir,
Zengin renklerini ufkuma dök, ey bahar!

Uzattığımız bu tası dolduracak mı
Yine bol sularla akarak o çeşmeler?
Yoksa , hiç bulunmayacak kadar uzak mı
Dudakları öpüşlerle dolu geceler?

Ey pembe akşamların karasevdaları!
Güzelliklerine doyulmamış zamanlar!
Ergen yastığının ateşten rüyaları!
Ey, saf kalbimizde doğmuş ve ölmüş anlar!...

Hatırası kalbe ışıklarla dökülen
En güzele, en iyiye, en sevgiliye
Selam, sonsuzluğun aydınlık bahçesinden,
Selam,senelerce öteye...

GÖNÜL KAPISI



19 yüzyılın büyük İngiliz ressamlarından William Holman Hunt' ın, bir bahçeyi tasvir eden tablosu , Londra Kraliyet Akademisinde sergileniyordu. Hunt' ın :
"Kâinatin Işığı" adını verdiği bu tabloda : Geceleyin elinde ki fenerle bahçede duran filozof kılıklı bir adam görülüyordu. Adam, serbest kalan eliyle bir kapıyı vuruyor ve içeriden cevap bekler gibi görünüyordu.
Tabloyu tetkik eden bir sanat eleştirmeni Hunt' a dönerek:
- Güzel bir tablo doğrusu, ama manasını bir türlü kavrayamadım! dedi, Adamın vurduğu kapı hiç açılmayacak mı?.. Ona tokmak takmasını unutmuşsunuz da!..
Hunt gülümsedi:
-Adam alelade bir kapıya vurmuyor ki , bu kapı insan kalbini temsil ediyor. Ancak içeriden açılabildiği için dışarıda tokmağa ihtiyaç yoktur!.. dedi.
Evet alelade bir kapıya vurmamak önemli olan...O kapı öyle bir kapı ki zaten o kapının böyle şeylere de ihtiyaci yok...
Oradan ancak onu anlayanlar girebilir herhalde...İnce bir mesaj veriyor, o adama...O kapının açılmasını beklemeli mi sizce?....Peki ne zamana kadar bekleyecek veya beklemeli ???....
Tüm güzelliklerin, o güzelliklere en çok layik olana olmasini temenni ediyorum...Muhakkak O, bunlari hakediyor..
Gökyüzünde kayan yıldızlar gibi, kalbiniz sevgiden, huzurdan ve mutluluklardan bir an olsun uzaklaşmadan devamlı ışısın...

20 Nisan 2007






Eveettttt........


Bu benim belkide çocukluk hayalimdi. Hep ismimin bir gün afişlerde olacağını düşlerdim, ilk ve ortaokuldayken. Bana hep Sezen Aksu'yu anımsatan bir ismim vardı. Meral SEZEN.... Mahallemizde Aksu mahallesiydi bu arada. Bu yüzden olsa gerek hep çok severim Sezen AKSU'yu. Dinlemeye bayılırım herkes gibi. Aksu mahallesinde yaşayamıyorum artık ama, bana AKSOY soyadını veren bir eşim var artık. Meral SEZEN AKSOY ...... Bu hikayenin kahramanının adı artık....


Gelelim benim hikayeme.....


Yıllarca başkaları için çalışıp didindikten sonra, geriye dönüp baktığımda görüyorum ki yıllar ne kadar çabuk geçmiş. Evlenmişim, çocuk sahibi olmuşum, çocukluk hayallerimin peşinde koşmayı bir yana bırakın, ne olduğunu bile unutmuşum. Kendimi çalışma hayatına o kadar kaptırmışım ki sevdiklerimi, dostlarımı kaybetmişim. Zararın neresinden dönersek karmış, bunu bende öğrendim. Yapmak isteyipte bunca yıl sadece çalışmaktan yapamadığım herşeyi yapmak, sevdiklerime daha fazla vakit ayırmak, en önemlisi hayallerimin peşine takılmak istiyorum. Çocukluk günlerimden zihnimin taaa gerilerine ittiğim hayallerim artık yavaş yavaş hayata geçecek. Çünkü artık benimde kendime ait bir işyerim var. Bir süre rölantiye aldığım hayatımı biliyorum ki tekrar yukarılara taşıyacağım. Tekrar kendime güvenimi kazanıp, hayata kaldığım yerden tekrar devam edeceğim. Sevdiklerim ve dostlarımla elbette ki.


Herşeye ve herkese rağmen... Ne demiş Sang H.Kim: "Mağlubiyet son derece motive edicidir. Dibe vurduğunuzda en tepeden başka gidecek yeriniz kalmaz."